27 Kasım, 2014

İçimde bir sen doğup,dışımda bir sen ölüyor.

Sessiz bir çığlığın ünleminden sesleniyorum sana.
Hissiz bir gözyaşı tam düşecekken yanağımdan yalvarıyorum sana.
Soğuk ellerimi hareket ettiremezken daha, koşuyorum şimdi sana.
Söyleyeceklerim var.
Yarım kalan bir ben var burada.
Bitecek sandığım bir hikayem,
Gelecek sandığım bir son,
Sönecek sandığım bir özlem var avuçlarımda.

Bitmiyor.
Gelmiyor.
Ve sönmüyor.
Büyüyor,taşıyor,içime sığmıyor.
Her dizede sen çıkıyor,
Her notada sen çalıyor,
Her kaldırım sen kokuyor.
Şimdi gözümde;
Tüm bitişler imkansız,
Özlemler sonsuz,
Anılar ölümsüz,
Tüm yollarsa sınırsız oluveriyor.
İçimde bir sen doğup,
Dışımda bir ben ölüyor.
Ve ben her öldükçe içimde bir sen gömülüyor.
Dışarı çıkıyorum sen kokan kaldırımlara bir daha bakıyorum.
Bakıyorum,bir daha sen kokuyorum.
Nedendir bilmiyorum.
Cümlelerimin taşıdığı her anlam sen de neden biz değil,bilemiyorum.
Bu sorunun cevabını kendime veremiyorum.
Versem de anlamı yok artık.
Bundan sonra bu şehirde ne kokun ne anıların yaşayacak.
Çünkü içimde öldürecek bir sen kalmayacak.


Ataberk Koçak'a sonsuz teşekkürler.


09 Ağustos, 2014

İstiyorum

Hatırlıyorum.
Dün geceyi hatırlıyorum.
Ağlıyorum.
Artık yorulup uyuya kalmak için ağlıyorum.
Ağlıyorum.
Nefesim kesilsin de bitsin artık diye ağlıyorum.
Ağlıyorum.
O an bir şey gelip canımı alsın diye bekliyorum.

Bir süre sonra çektiğim her nefesi sonmuş gibi çekiyorum.
Bulanıklaşıyor etraf,önümü zor görüyorum.
Karanlıktaki aynada kendimi zor seçiyorum.
Biraz olsun soluklanayım diye kendi kendime sarılıyorum.
Sonra vazgeçiyorum ve tekrar hıçkırıklara boğuluyorum.

Odanın sessizliği eve dağılıyor,artık sadece verdiğimiz nefes ve ben kalıyorum.
Çözmeye çalışıyorum. Beynimin zayıf olduğu anı arıyorum.
O an tüm enerjiler ve kozmik güçler hiç olmadığı kadar gerçek gözümde.
Düzelecek diyorum.
Derin derin nefes alıp veriyorum
Pozitif düşünceye sövüyorum.
Bir kaç dakika sonra sayıklıyorum,hisseder diyorum.
Hissedecek.
Aklımdan geçirmemle aradığı zamanlara bakıp,şuan adını sayıklıyorsam titreye titreye,oda hissedecek.
Kalkıp cama çıkasım geliyor.
Kendi kendimi bırakamıyorum.
Ellerim sarmış vücudumu,garip bir huzura dönüşüyor.
Yalnızım.
Kendi bedenimi sayıkladığım isimle bütünleştiriyorum. Kollarımın arasında kendimi kaybedip onu bulmak istiyorum.
İçeride kağıtlar uçuşuyor,üşümüyorum.
Kendime kızmak istiyorum,kızamıyorum.
Senin olan her şeyi kendine yabancı ilan ettin diyorum.
Senin olanlarıysa kendine el ettin.
Kabul edemediğim tüm pişmanlıklar,yitirmek istemediğim güven duygusu,içimde,bedenimle savaşıyor.
Uyumak için direniyorum.
Aynı cümleleri sayıklayacak gücüm var ama ağlamaya artık mecalim yok.
Tek bir kelime yetiyor artık.
İster yatarken ister masada ister yolda.
Kilit noktayı buluyorum. Bulduğum an üstüne gidebildiğim kadar gidiyorum.
Karar versem,o an yorulduğumu kabul etsem,anında sızacağım. Biliyorum.

Sadece kabullenişe kaldı sessizliğim.

O an pencerenin oyuğunda yatasım geliyor. 
Ama birazdan doğacak güneşi,sönecek sokak lambalarını izlemek istiyorum.
Yavaş yavaş sıra olan taksilerin sessiz bekleyişlerini dinlemek istiyorum.
Doğa kendini gündüze hazırlarken ben hala yıldızlar gitmesin istiyorum.
Hem önüm aydınlık olsun,hemde kimsenin beni göremeyeceği kadar karanlık çöksün üstüme istiyorum.
Daha rengime karar veremeden daha fazla direnemeyip gözlerimi kapayarak düşünüyorum.
Kafam ağırlaşıyor bir süre sonra. 
Yaşlarım kurumasın istiyorum.
Ama iç çekişlerim bile hafifliyor.
Anlıyorum gücüm kalmadı artık.
Sadece ağlamaya değil,düşünmeye de.
Son kez sayıklıyorum adını,gözlerim yanıyor,tamam diyorum,hissimi yitirmemişim.
Rahatlıyor içim,son kez siliyorum gözlerimi.
Direnmeyeceği diyorum,beklemeyeceğim.
O zaman kabullenişimi bekleyen sessizlik alıyor beni kendi içine.
Bilinçaltım kendime gelmem için her türlü oyunu oynuyor.
Uykuda huzuru iliklerime kadar hissediyorum.
Ama kimse bilmiyor, kalktığında rüya olduğunu anlamak daha çok acıtıyor.

03 Ağustos, 2014

Bir gün gelir,bin gün götürür ömründen

Gelenlerin hepsi gidenlere benzediği için bir süre sonra kimse gelmesin istersiniz. 
Farklı olacağını düşündüğünüz için kendinize kızmalarınızın sonu gelmez. Sonu gelen hep güvendir. 
Ama çoğu zaman insan karar vermekte zorlanır. 
Kaybettiği kendine olan güveni midir yoksa karşısındakine mi?
Yaptığı fedakarlıkları da unutmaz insan. Hele ki boşa gittiyse unutamaz zaten.
Sadece sevebilmeyi unutur,değer verebilmeyi.

Her gelenle yeni bir umuda tutunursunuz. 
Dört tarafı da bomboş bir denizde bulduğunuz tek dala tutunur gibi hemde. 
Nereye sürükleneceğiniz umrunu
zda olmaz sadece bir yöne gidiyor olmak bile yeterli gelir bazen.
Ama sorun şu ki çoğunda,çoğumuz yanlış akıntıda  buluyoruz kendimizi.
O yol boyunca bunu farkedene kadar kendimizden vermiş oluyoruz.

Mantıklı insanlar karakterinden de kendisinden de vermez. 
Hiçbir şeyi eksilmez onların,sadece karşılarında ki eksilir. 

Sonra anlar insan,gelen bir şey getirmez beraberinde,giderken götürür sadece.

Beynen ve kalben hazırlanırsınız birine,belki de bir hayata. Vücut istemsizce zemin hazırlar.
Yapmam dediğiniz şeyleri yapmak için esnetir sizi önce.
Bir şeyleri farkedip kendinize şaşırmamanız için uyuşturur beyninizi.
Bağırmak istediğiniz an düğüm yollar boğazınıza,susturur dilinizi.
Vurmak kırmak istediğinizde alır tüm gücünüzü.

Sonunda başkalaşırsınız işte. 
Asla olmam dediğiniz bir karakteri sırf o seviyor diye kabullenir,onunla yaşamayı bile göze alırsınız.
Onunla yaşarsınız,özünüzle değil.

Sonra ne olur biliyor musunuz,giderler.
Getirdikleri bir şey yokken götürdükleri çok olur.

Ve her zaman hangi duyguyu fazla tüketirseniz hep onlar gider.
Son kullanma tarihi dolmuş gibi giderler.
Onunla gelmek için anlaşıp onun gitmesini bekliyormuş gibi giderler.
Fazla güvendiyseniz önce güven gider.
Fazla sevdiyseniz sevgi gider.

Sonra bunların hepsini o gittiğinde tekrar geri getirmek için çabalarsınız.
Aslında geldiğinde değil gittiğinde tekrar kendinizi kazanırsınız.

Hatalarını kabul ettiyseniz,o gittiğinde sizin hatalarınız çoğalır mesela.
Çünkü affedemezsiniz kendinizi,hata yapıp birileride sizi affetsin diye beklersiniz.
Fedakarlık yaparsanız,çok bencil olursunuz mesela.
Zamanında gösterdiğiniz fedakarlığı başkasından görerek hatırlamak zorunda kalırsınız o duyguyu.

Bir gün gelir,bin gün götürür ömrümden.
.
Gider,sende gidenleri uğurlarsın.

Çıkar elbette,umudu beraberinde getirenler.
Ama onu misafir edecek gönül kalmaz sende.
O yüzden kapatırsın işte kendini.

Ne gidene eyvallahın olur,ne gelene merhaban.
Ne ağlayacak halin kalır,ne gülmeye sebebin.

Sonra dengesizin teki olursun en fazla.

Ya en doğru insanı kaybedip yanlış birini kabul edersin.
Ya da enn yanlışı uğurlayıp doğruya zorla kendini kabul ettirirsin.

Sonuç ne kadar sağlıklı olur bilinmezde,insan değerini kaybeder bu süreçte.

Ama asıl olay bu değildir,kimse farkedemez çoğu zaman,düşünceleri sınırlıdır.

Önemli olan sana değersiz hissettirenin bir zamanlar sana değer katanla aynı kişinin olmasıdır.


21 Haziran, 2014

Hatırlandığı gibi

Söylenecek sözün çokluğu,bazen insanı dilsiz bırakır. Hani en çok konuşmak istediğiniz an susarsınız ya. Belki de bundandır. Tıkanır kalırsınız. Haklılığın suskunluğu,diğer suskunluklara benzemez,düğümü zor çözülür.
Haklı olsak bile çoğu zaman bizi mutlu eden haksızlıklarımızı da özleriz. Bekleriz. Beklemektendir eskiyi yeni yapmaya çalışmak. Mutluluğu yeniden yakalama ihtimali umut,fakat yakalasak da hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilmek ise gerçektir.
Haklı olmak bazen bir kaçış yolu gibi gelir. Halbuki haklı olduğumuz için de kaybederiz bazen.
İşte o an çöker sessizlik.
Büyük acılar sessizdir.
İçinde çok şey yaşayanlar,kolay anlaşılır olmaya çalışır. Kalabalığa derin görünmek isteyenler ise anlaşılmaz olmaya çalışır. Çünkü kalabalık,dibini göremediği her şeyi derin sanar.
O sessizliği bölecek tek şey,yarına dair cümleler kurmaktır. O cümleler yarına ulaştığında ise tek gerçeğin dündür.
Sen günlere bir şeyler getirmedikçe,bugünler de sana hiçbir şey getirmiyor.
Sen her güne mutluluk yüklesen bile o sana aynı şekilde geri dönmüyor.
Gözlerinin içi gülerek söylediğin bir ''görüşmek üzere'' bile hem bir ayrılığı hem de tekrar görme arzusunu barındırıyor. Ne tümüyle iyimser,ne tümüyle kötümser. İkisinide içinde barındıran bir ifade. Ölüm gibi.
Hepsi anımsanacaktı,ama herkes bekleyişi kadar büyüktü. Biri olabilecek olanı beklediği kadar büyüktü. Oysa imkansızı bekleyen herkesten büyüktü. Hepsi anımsanacaktı ama herkes mücadele ettiği şeyin büyüklüğü kadar büyüktü. Hiçbir şey göründüğü,hatta yaşandığı gibi değil. Herşey hatırlandığı gibi.







05 Şubat, 2014

-iyorsun

Aynı şakaya defalarca gülmezken aynı şey için defalarca ağlamak çok saçmaydı. Hele bunu bile bile yapmak ayrı bir acıydı. 

Bazıları yokken bile vardı,fazlasıyla. Ve buydu belki de en çok acıtan.Sonuçta gitmek isteyince, her yer yakındı.


Bazen o gidenlerin yokluğuna sarılmak zorunda kalıyorsun. Sarılmak iyi geliyor. Karşındaki ne hisseder bilmiyorsun ama sen iyi hissediyorsun.


Tattığın tek duygu acı. Kimse bilmez ama acı çekmiş hiç kimse artık eskisi gibi olmuyor.


Bazen daha güzel şeylere yol açmak için, bazı şeylerin yıkılması gerektiğini bile bile, kırık dökük yollarda devam ediyoruz yürümeye.


Tekrar tekrar dinlediğimiz şarkılar gibi bu yollar. Tekrar tekrar yürüyoruz durmadan.
Yürüdükçe daha da uzaklaşıyor bazen. Sen mesafeleri boşverdikce yollar inadına uzaklaşıyor.
Tek zaferinin yolun sonu olacağını düşünerek yürüyorsun. Tek bir zafer geçmişteki tüm mağlubiyetleri silecek kadar güzel olabiliyor.

Yeri doldurulamayacak insan yok. Bunu biliyorsun. Ama yerini doldurmak istemiyorsun.

Bu yüzden bazen mağlubiyetleri de seviyorsun.


O geleceğinden eminken, sen gideceğinden emin bir şekilde bekliyorsun.

Bu yüzdendir ki aslında tüm yolların sonu mağlubiyete çıkıyor.

Pişmanlıklarını unutmak yıllar alıyor, hatırlamaksa bir an.

Unuttuğumuzu sansak bile, parmak izlerimiz, dokunduğumuz hayatlardan silinmiyor.
Bizde iz bırakan her neyse,en büyük mağlubiyetimiz oluveriyor.

Sen geleceğine katıp kaderin olmasını isterken,içine atınca kederin,içinden atamayınca kaderin oluyor.


Gidenler çoğu zaman düşünmüyor.

Döndüğünde bulacağı ile, giderken bıraktığının asla aynı olmayacağını hesaba katmıyor.
Öyle bir gidiyorlar ki,gidişleri, daha sonra gelecekleri bile götürüyor.

O gidenler geri gelmiyor. Sen onu bıraktığın yerden geliyorsun ve gördüğünse bir adım öteye dahi gidememiş olması.

Senden gitmiş olması.
Aslında olduğu yerde kalmış olması.

Bunu farkettiğin an gözünün önünde büyüyor kalp kırıklığı.

Artık dünküleri hatırlamaktan, yarınkileri istemekten vazgeçiyorsun.
Sesinden öpmek istediğinin sesine hasret kalıyorsun.
Geçmişin keşkeleri ve geleceğin endişeleri şu anını çalıyor.
Farkındasın ve yaşamaya devam ediyorsun.

Sevemediğin için değil, artık sevmek istemediğin için yalnız olduğun anlar geliyor.

Bir kere sevdiğin rast gele sevilmiş değil ki rest çekip gidebilesin.
Gidemiyorsun.
Sadece susuyorsun.
Ama bilmiyor.
Sen sustuktan sonra, o ortalığı yıksa da,artık içinde bitmiş oluyor.


Bırakamadıklarım Ve Bıraktığımı Sandıklarım

Oturuyorum. Tek yaptığım bu. Kimse de gelip ne yapıyorsun demiyor.
Bugüne kadar dediklerinde de verdiğim cevap aynıydı. ''Bilmiyorum''. Bilmiyordum. Yine bilinmezliğin tam ortasında oturmuş düşünüyordum.
Hava bu kadar soğukken güneşin yüzünü gösterdiği yerlerde adımlarımı yavaşlatıyordum. Gitmem gereken yer başka,olduğum yer ise bambaşkaydı.
Ellerim üşüyünce cebime sokmaktan başka çare kalmamıştı. Ama onlara ihtiyacım vardı. Aklımdan geçenleri yazıya dökecek olan onlardı.
Önce güneşin vurduğu o ilk banka oturdum. Saate bakıp ne kadar yavaş ilerlediğini farkedince taktım kulaklığı. Müziğin sesini açıp hayatın sesini kıstığım an olduğum yer de farkılaşmıştı.
Meğer her gün önünden geçip gittiğim yerler anı çukurundan başka bir şey değilmiş. Sağım,solum,önüm,arkam. Buram buram geçmiş kokuyordu.
Nefret ettiğim o insanlar,unuttuğumu iddia
ettiğim tüm anılar canlandı. Oturduğum yerden kendimi izledim. Geçen seneleri.
Müziğin sesin açtıkça uyuşup,rüzgarı hissetmemeye başladım. Artık saate bakmıyordum. Burada bir ben daha yaşıyordu. Ve ben bugüne kadar bu yollardan geçerken onu görememiştim.
Kimse orada kalmamıştı. Ben onları orada bırakmıştım. Orada bırakmış ve bugünüme bekliyordum.
Yine sabahları yürürken arkama bakıyordum. Biri çıkıp o bıraktığım dünyaya,bıraktığım insanların yanına çeker belki diye. Ama gerçekte olansa,hiçbir şeydi. Öyle de olmaya devam edecekti.
Dolan gözlerimi sımsıkı kapadım,gözyaşlarına dönüşmeden kendimi toparladım. Sızlayan burnumla derin bir soluk aldım. Şimdi rüzgarı hissediyordum.
Birileri gerçeğe döndüğümü farkedercesine gelmişti. Telefon çalıyordu. Müziğin sesi kesildi. O akmayan dakikalar sel olmuştu. Gitme zamanı gelmişti.
Yine bırakamadıklarım ya da bıraktığımı sandıklarım oradaydı.
Bense gitmem gereken yere gidiyordum.

28 Ocak, 2014

Beni Susarken Bölme

Şiirle yeni tanıştığım günlerde,hala bu kitapların şiirden öte olduğunu düşünüyorum. Bu defa çabuk bitmemesi için uğraşsam da yine önüne geçemedim akıp giden dizelerin.
En son ''Seni İçimden Terkediyorum'' ile buradaydım.
Şuan ise;
''Aramadığım yerlerde olmayı seçiyorum nedense.
Karşılaşma ihtimalimizin olmadığı...olamayacağı.
İlk ışıktan sağa dönüyorum hep.
Senden değil,seninle karşılaşmaktan korkuyorum.
Şekil değiştirmişiz biz.
Ben giderken,sen gelirken değişen ne varsa bilmediğim;
karşılaştığımızda bir şamar gibi inecek yüzüme sanırım.
O yüzden kaçıyorum karşılaşmalardan.
Korkmak değil bu.
Korkudan korkmak benimkisi...
Ve anladım ki ayrılığa değil,ayrı kalmaya yeniliyor insan..
Beni susarken bölme.'' ile başbaşayım.
Yine okurken imgeleriyle baş döndüren satırlarında boğulacağınız bir şiir kitabı.
Belki de bu son olur,kim bilir.
Ama tadı damağımda kaldı.
Beni Susarken Bölme.



Seni İçimden Terkediyorum

Kitabı incelerken üstte ''şiir'' yazan kısmı göremeyecek kadar odaklanmıştım kapağa.. Evet bunu almalıyım duygusunu hissettiğim an ne yazık ki benim için biraz geç oluyor. Kitabı almıştım. Sipariş elime ulaştığında hemen sayfaları çevirmeye başladım ve şiir gerçeğiyle karşılaştım. Benim için üzücü bir durumdu çünkü şiir en son okuyacağım türdü. Fakat bu kitaptakiler bir şiirden çok daha fazlasıydı. Şiir adı altında başka bir dünya vardı sayfalarda. Kitabı 27 dakika içinde bitirdim. Tek bir satırını atlamadan düz yazı okur gibi okudum. Diğer kitaplarından tek farkı adıydı. Şiir kitabıydı. Fakat hissettirdikleri,verdiği duygu ve yoğunluk aynıydı. Severek okudum. Hatta okumam dediğim kitabın bu kadar çabuk bitişine üzüldüm. Ama şunu diyebilirim ki,şiir yazısına aldanmayın,şiire alışmak isteyenler için hem içinizi ısıtacak hem de sizi şiire ısıtacak bir kitap.
Seni içimden terkediyorum.

14 Ocak, 2014

Hayatı fazla önemseyenlere

Hepimizin hayattan beklentisi,beklentileri var. Peki hayat bizden ne bekliyor? Ne istiyor? 
Bunu hiç düşünmeyiz. Hayat kimi zaman sövdüğümüz,kimi zaman kurtulmak istediğimiz,mutlu olduğumuzda hiç bitmemesini dilediğimiz şey.
Her insan şurada saydığım tüm tanımları bugüne kadar düşünmüştür. Ama burada ki saçmalığı fark edemiyoruz. Nasıl olabilir de hayat bugün benim için mükemmelden öteyken yarın bitmesi için yalvardığım bir şey haline gelebilir?
Hayattan beklediğimiz çoğu şeyin cevabı bizlere birer ''hiç'' olarak dönüyor. Bunu bile bile inatla istemeye devam ediyoruz. Sonuysa hayal kırıklığı.
Beklenti ne kadar çoksa yaşadığımız hayal kırıklığı o kadar büyük.
Ama beklentilerimizin üzerine düşünmediğimiz kadar yaşadığımız o burukluğa kafa yoruyoruz.
Neden böyle demekten ve canımızın defalarca yanmasına izin verdiğimizden aslında kaybeden biz oluyoruz.
O yüzden her zaman hayatı umursamayan,aksiliklere gülüp geçebilen,olumsuzluklara her zaman eyvallah diyebilen insanlara imrenmişimdir.
Denemedim değil. Denedim tabi ki. Zaten çoğumuz boşuna üzüldüğümüzü fark ettiğimiz bir olaydan sonra bir daha bu saçmalığı yapmayacağımıza dair söz veriyoruz kendimize. Bende verdim. Ama beceremedim. Demek ki olmuyormuş. Herkes yapamıyormuş. 
Ama ne zaman ''hayat''ı sadece bir kavram,soyut bir varlık olarak görmekten vazgeçip somutlaştırdıysam, bende bu bahsettiğim insan tiplemesine biraz daha yaklaştım. 
En başta hayata anlam yükledim. Bende ki anlamının tanımını yaptım. Onu içinde yaşadığımız canlılığa dahil ettim. Ona duygular yükledim.
Hayat kötü biriydi bende. İnsanlar onun için önemsizdi. Ya da çok önemli. Ortası yoktu. Çok ayrımcı bir karaktere sahipti. En önemlisi adaletsizdi. Ona kimse adaletin ne olduğundan bahsetmemişti.
Hak etmeyen insanların canını yakıp hak edenlere inatla göz yumuyordu hayat.
Sürekli bir yerlere gelebilmemiz için bizlere taklalar attırıp,her şeyi biraz daha zorlaştırmak için söz vermişti birilerine.
Fakat kaç takla atsak da önümüze çıkıp çelme takmaktan vazgeçmiyordu.
Bunu yapmayı seviyordu. Ve günden güne daha çok sevmesinin sebebinin bizler olduğunu anladım.
Onu fazla umursayışımızdı mesele. 
Fazla değer verip,çok üstüne düşmemiz,yaşattığı her şeye anlam yükleyip,verdiklerine fazla alışıp,vermediklerine sövüşümüzdü mesele.
Bu saydıklarımı bize yapan ''biri'' olsa,düşünüyorum da,galiba çoğumuz bunu yapmaya hakkı yok diyip sırf onun yüzü gülmesin diye onun mutsuzluğu için mutlu taklidi yaparız.
İşte bunu yapmaya başladım. 
Tam anlamıyla başarı yakalanamanızı beklemiyorum. Ama ''hayat'' dendiğinde gülebilecek noktaya gelebiliyorsunuz. Bir sorunla karşılaştığınızda ''yine işe yaramadı'' diyerek üzülmemeyi seçebiliyorsunuz. Ve zamanla, o sizi himayesine alan şeyin karşınızda ne kadar güçsüzleştiğini,onun sizi değil,sizin ve tavırlarınızın onu yönettiğini görüyorsunuz.
Bence çoğumuz,işe buradan başlamalıyız. 
Saçma şeylere ağlayan insanları kabullendiysek,önemli şeylere gülme hakkımız var demektir.
''Hayat'' ne hissediyorsam odur.

Şimdi en son yaşadığınız olumsuzluğu düşünün ve ilk tebessümünüzü ona armağan edin.