Beklese,saçına aklar dolacak.
Unutsa aşkına yazık olacaktı.
Keşke zamanında bir kaç dakika daha fazla bakabilseydi gözlerine.
Şimdi her anın acısı içindeydi.
Kafasındaki gel gitlerden okuduğu satırlara odaklanamıyordu.
Gözlüğünü çıkarıp masanın kenarına bıraktı.
İlk dersi umduğu kadar verimli geçmemişti.
İşin kötüsü düşünceleri ağzından çıkanlarla harmanlanmış,
öğrenciler bir süre sonra anlam verememeye başlamıştı.
En iyisinin dersi erken bitirmek olduğunu düşünüp tamamlayamadığı kısımları notlarla kapatmaya karar verdi.
Şimdi odasında seçme yaptığı şiirleri temize çekiyordu.
Ama sanki oturduğu sandalyeye fazla geliyordu.
Önü boşluk,arkası uçurumdu.
İkiside ölümdü.
Biri bilinmeyene,biri bilinene.
Hep yitire yitire kazanmıştı içindeki herşeyi.
Biliyordu onu da zamanla yitireceğini.
Ama olur da bir gün başkasını severse.
Hiç affetmeyecekti onu.
O da kendini affetmemeliydi.
O kadar çok eksilmişti ki,artık limanları yakmak istiyordu.
Zaten gelen yoktu,bari giden de olmasaydı.
Ne de güzeldi gidenler,gitmeden önce.
Kadın sakallarını severdi Adam'ın,
sakallarsa kadının yüzünü.
Yıldızlar nasıl gökyüzüne yakışıyorsa,
sakalları da o kadar yakışıyordu Adam'a.
Şimdi yine kuraktı içi.
Halbuki bir zamanlar gönlünün en kurak toprakları papatya bahçesine dönmüştü.
Artık eksikti epeyce.
Ona gidince,
Ona gidilmezdi artık.
Hep bir şey eksikti,
hep bir şey yarım
ve hep bir şey yoktu sanki.
Kendini geri çekişlerini sorguladı.
Kendine kızdı önce.
Sonra sakinleşti.
Çantasından minik defterini çıkarıp önüne gelen ilk sayfaya dokundu;
'özlemekten ölsem de ben sana bir adım daha atamam,
eğer ki bir kez daha sarılırsam bir daha toparlanamam'
İşte bu yüzdendi kaçışları.
Hala toparlanmış sayılmazdı.
Onların ki hala devam eden bir masaldı.
Beklenilen son gelmeden nasıl rahatça uyuyabilirdi?
Onların ki beklenmedik bir sondu.
Masallar mutlu bitmezse insan nasıl mutlu olurdu?
Acaba yanılmış mıydı?
Adam,
sevdaya dahil değil miydi?
Ama bir gülüşüne binlerce hayal sığdırmıştı Kadın.
İki kişilik yaşar olmuştu.
Sevince insan,küllerinden yeniden doğuyormuş,anlamıştı.
Çünkü o,
Adam'dan önce sadece bir enkazdı.
Yanan ateşin külleriydi.
Biraz daha dayansalardı,
kadın da saracaktı onun yaralarını.
Düşünceleri ağırlaştı.
Yavaş yavaş batıyordu.
Haberi yoktu.
Onun umursamadığı şeyler,
Kadın'ın ciğerini söküyordu.
Eskitemiyordu Adam'ı.
Eskiyemeyecek kadar güzeldi hatıraları.
Nasılsın diye sorsa ne diyecekti.
Kırgınım diyebilir miydi paramparçayken.
Öldürürcesine bir huzursuzluk bastı içini.
Akşam trafiğine kalmıştı yine.
Düşüncelerine ara vermeksizin masasını toparlayıp çantasını omzuna aldı.
Laptobunu toparlayıp,fincanını köşeye bıraktı.
Yine yürüyordu işte.
Sabah ki endişesi olmadan,sadece yürüyordu.
Bu yollarda hep 'onlar'ın ayak izleri vardı.
Her köşe başında kahkahalarını duyuyordu sanki geçerken.
Kafasını çevirmedi.
Adımlarını sıklaştırdı.
İlk gelen otobüste yerini aldı.
Bu defa cam kenarına geçmişti.
Oturup başını cama yasladığında insanın derdi olmasa da dertleniyordu.
Kulaklığını taktı fakat birşey dinlemiyordu.
Sadece kendini dinlemek istiyordu.
Maksat kalabalığın sesini bastırmaktı.
Sabah yüzüne bakınca Adam'ın,
gökyüzü elmacık kemiklerine dökülmüştü Kadın'ın.
O kadar özlemişti ki,
tüm dünyaya sarılır gibi sarılmak istiyordu ona.
Anca öyle geçerdi bıraktığı boşluk.
Yağmur gibi sevmişti,
napsın-dı.
Kaçılması mümkün değildi.
Ama Adam onu bile başarmıştı.
Kaçmıştı.
En zoruna giden de buydu.
Hem de seviyorum diyerek gitmişti.
Sevip de neden giderdi?
Sevilenler neden hiç beklemezdi?
Sevenler neden sevdiklerini hiç ederlerdi?
Sadece onun hissettiği gibi hissetse yeterdi.
Fazlasında gözü yoktu Kadın'ın.
Ama canı çıksa da ağzından çıkmazdı bu laflar.
Diyemezdi.
Ona hiç'miş gibi bakan gözlerine gözleri bir daha değemezdi.
Unutulmuş muydu bilmiyordu.
Ama eğer ki öyleyse,
'umarım mutlusundur,bunun için unutulmuşumdur'
demek isterdi.
Hangi denize yelken açsa alabora oluyordu.
Hayatının özeti buydu.
Durağa vardığında yavaşça kapıya yöneldi.
Sabah onu gördüğü ilk köşeye baktı.
Kafasını eğip yürümeye devam etti.
Ellerini sıkmıştı yine kendiyle yüzleşirken.
Yol boyunca yumruk yapıp saklamıştı ellerini.
Tırnak izleri dolduruyordu avuç içini.
Alışmıştı artık.
Eve girer girmez açık unuttuğu pencereyi kapattı.
Lakin hoşlanmazdı en ufak esintiden.
llık bir duş alıp üstünü giyindi.
Yaz kış demeden giydiği tüylü terliklerini arıyordu.
Yatağının altına kaçmıştı.
Elini uzatıp almaya çalışırken bir kağıt parçasına dokunur gibi oldu.
Ne aradığını unutmuş hemen dokunduğu kağıdı kavramıştı.
Sırtını yatağa verip kağıdın yüzünü çevirdi.
Parlak bir zarftı.
Bu,arkadaşlarına bir şey hediye ederken yazdığı notlarını koyduğu zarftı.
Ama sanki ona ait değilmiş gibi hissetti.
Zarfı yavaşça açıp meraklı ve ürkek gözlerini içine devirdi.
O an bütün günün yorgunluğu kirpiklerinden dökülmeye başlamıştı.
Elmacık kemiklerinde yön değiştiren göz yaşları dudaklarından düşmeye devam etti.
Hala acıyan avuç içlerini hissedemez olmuştu.
Bir kağıt parçası bu kadar hüzün barındıramazdı.
Resmen onu bulan ellerine lanet ediyordu.
Nasıl kendinden güçlü olabiliyordu ellerinin arasındakiler?
Nasıl kendiliğinden güçsüzleşiyordu göz kapağındaki misafirler?
...